Kaloriferciler Endişeli
Malumunuz, Gönen’e doğalgaz geldi. Her yer hafriyat çalışmasıyla delik deşik. Kışa kadar bütün herkes doğalgaza kavuşacak. Herkes halinden memnun. Ancak işin başka bir boyutu daha var. Doğalgazdan buruk memnun olanlar da var. Kaloriferciler. Gönenli Mehmet Efendi Camii önünden geçiyordum, kahve önünde oturan birkaç kaloriferci seslendi, masalarına çağırdı gel çay içelim dedi. Gittim masalarına. Yahu dediler, Gönen Postasındaki yazılarında şu bizim sorunumuza da bir değiniver dediler. Nedir dedim sorununuz, açmısınız açıktamısınız dedim. Başladılar anlatmaya. Doğalgaz geldi seviniyorsunuz da biz ne yapacağız bundan sonra çoluk çocuk aç kalırsak diye gözlerimize uyku girmiyor. Kaloriferciler sitelerden birer birer çıkarılmaya başladı. Gönen’de 150 ye yakın kalorifersi sayısı var, bunları dörder kişilik aile olarak hesaplarsak eder 600 kişi. Bu altı yüz kişi bu kış ne iş yapacak, ne yiyecek içecek. Çoban duralım diyoruz koyun üreten yok. Koyun alıp köyde bakalım diyoruz, köyde her yere çam dikilmiş, mera yok. Bizim derdimize kim çare bulacak. Belediyemizden, il meclis üyelerimizden, iktidar partisinden sorunlarımıza bir el atmasını bekliyoruz dediler.
Gerçekten önemli bir durum. Bu kadar insan meslek sahibi olarak belge aldılar, çalıştılar. Bundan sonra ne olacak bilemiyorum. Ama Bandırma’da, doğalgaz geldikten sonra kalorifercilerin çoğu işinden olmadı. Sitenin yaz kış temizlik, güvenlik, bakım onarım hizmetlerini sürdürdüler. Sanırım Gönen’de de öyle olur. Hazır iş sahası. Bir sitenin kalorifer yakımı dışında birçok işi var. Site sakinlerin de bu durumu değerlendirirler. Zaten yazın çeşitli tarımsal işlerle ek iş yapabiliyorlar. Belki böylesi şehir için daha iyi olur. Kaloriferciler, sitenin çevre düzenlemesi, temizlik, boya badana, muhtelif alış veriş işlerini halletseler çok daha güzel bir şehir olur. Zaten doğalgaz olsa bile belirli masraflar için aidat her yerde toplanıyor.
Kötülere ve kötülüklere seyirci kalmamalıyız
Değerli okuyucularım oturduğum mahallede geçen gün başıma neler geldi bilseniz. Bu olayı; bir daha yaşanmaması, kimsenin zarar görmemesi ve sorumluların kendilerine çeki düzen vermeleri-hakkın yerini bulması, yaşanan kötülüklere ve kötülere bir Müslüman olarak dur demek, kötülükleri elimizle, dilimizle, kalbimizle engellemek amacıyla yazıyorum. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışında olmamak için sorumlu bir vatandaş olarak anlatacağım.
Tarih 18.08.2010 Çarşamba, yer Reşadiye mahallesi Çiçekkent sitesi. Sitenin önünde bahçe var ve bahçede yeni sulanmış etrafı avluyla çevrili çimen. Her yerde çimlere basmayınız ikazları vardır ve çimlerin üzerinde oturulmaz, basılmaz, zarar verilmez. Çevre kirletilmez ve yok edilmez değil mi. Hele hele mahallenin orta yerinde, evlerin, arabaların, camların olduğu yerde ve çimlerin üzerinde top hiç oynanmaz.
Mahallenin kenarında ışıklandırılmış iki tane futbol sahası varsa bahanesi de olmaz. Saat 24.00 dan sonra dışarıda, çimlerin üzerinde ne oturulur, ne sohbet edilir ve ne de saat 01.00 a kadar bağırıp çığırarak top oynanır. Çimlere basmak ve çevreye zarar vermek kabahattir, saat 24 den sonra gürültü yapıp etrafı rahatsız etmek en büyük insan hakkı ihlallerindendir ve suçtur değil mi.
Çimlere basan, çevreye zarar veren olursa ne yaparız sorumlu ve bilinçli bir vatandaş olarak önce ikaz ederiz, sonra yönetime şikâyet ederiz. Saat 24.00 dan sonra gürültü yapılıyorsa ne yaparız, mümkünse ikaz ederiz, değilse polisi ararız. Polis gelir olaya müdahale eder, hak ihlallinde bulunanları ikaz eder ve gerekirse karakola götürür, adli işlem başlatır.
Hele hele polis çocukları ile eğitimci cucukları çimlere hiç basmazlar, çimlerin üzerinde bağırarak, çığırarak, topu sağa sola çarptırarak, saat 01 e kadar gürültü yapmazlar ve aileleri de çocuklarının bu şekildeki hallerini seyretmezler, asla müsaade etmezler. Öyleya polis kanunları bilir, çocuklarına suç ve insan hakkı i ihlali yaptırmaz. Öğretmen okulda hepimizin çocuklarına toplu yaşam kurallarını, çevreye zarar vermemelerini, insan hak ve hukukunu öğretir, kendi çocuklarına zaten öğretmiş olur değil mi.. İşte bunların tam tersi olursa, bu anlattığım olayları yapanların çoğu polis ve öğretmen çocuğu olursa, velileri de hiçbir şey yapmadan veya yapamadan seyrederlerse ne olur halimiz varın siz düşünün. Yorum sizin.
Polis huzur, asayiş ve güvenliğimizin teminatı değil midir. Eğer sitemizde veya mahallemizde ikamet eden polis var ise, hiç şikâyet etme gereği duyulmaz, zaten böyle bir olay yaşanmaz. Çünkü polis, polis vazife ve salahiyet kanununa göre 24 saat görevlidir. Kanunsuz, hukuksuz bir olay vuku bulmuşsa hemen müdahale etmek zorundadır. Dolayısıyla benim apartmanımda veya mahallemde bir polis var ise ben daha huzurlu ve güvenli olduğumu düşünürüm.
Buraya kadar her şey normal.. Ancak mahallede yasak olmasına rağmen çimlere basan, yetmeyip üzerinde top oynayan, bu da yetmeyip gece yarılarına kadar mahallenin ortasında, herkesin istirahata çekildiği bir saatte top oynayarak mahalleyi rahatsız eden, ayağa kaldıran kişiler polis ve öğretmen çocukları olursa ne olur.
Evet, durum aynen böyle. Saat 01 olmuş, etraf yıkılıyor, 10 tane çocuk, mahallenin ortasında, bağıra çığıra top oynuyorlar. Sabır sabır sabır. Çatladım, duramadım, dayanamadım. Bütün mahalle sakinleri de rahatsız olmuşlar, onlarda ayakta, ışıkları yanıyor. Üzerime iş almayayım, başım belaya girmesin diye hiç kimse müdahale yapmak istemiyor. Aileleri de gecenin 01 inde çocuklarının maçını seyrediyor. Üzerimi giyindim, çıktım dışarı, çocukların yanlarına vardım. Top kafama çarpacaktı neredeyse, elime aldım. Dedim ki bu çimlere niye basıyorsunuz, zarar veriyorsunuz. Ayıp sizin yaptığınız. Bu saatte gürültü yapılır mı, burada bu saatte top oynanır mı, saat gecenin biri olmuş, herkes uyuyor. İnsanlar sizin yüzünüzden uyuyamadı. Sabah işe gidecek var, hasta olan var çocuk olan var. Terbiyesiz herifler, defolun gidin şuradan evlerinize dedim. Ve tabiî ki geri dönüp evime girdim istirahata çekildim. Saat 01.15 hala sitenin önünde gürültü var. Çocuklar topu almışlar tekrar oynamaya ve inadına gürültü yamaya devam ediyorlar. Sonradan öğrendim. Meğer polis çocuklarıymış. Her şeyi yapıyorlar, birisi yapmayın etmeyin dediğinde kimseyi dinlemiyorlarmış, üstüne üstlük benim babam polis ha ona göre deyip birde akıllarınca tehdit savuruyorlarmış. Sitenin bekçisine de aynı şeyi yapmışlar. Etrafa her türlü zarar veriyorlar, suç işliyorlar sonra babamız polis söyleriz bak, bize karışamazsınız diyorlarmış. Şu işe bakın.
Gecenin yarısında kapımın zili çalmaya başladı. Allah Allah dedim, kimdir bu gecenin bu saatinde beni rahatsız eden. Ailece tedirgin olduk tabiî ki. Önce açmadım kapıyı, birkaç dakika bekledim, ısrarla, zorla kapıyı çalmaya devam etti. Baktım ki kapıyı kıracak, eve girmekte ısrarlı. Açtım kapıyı, birde ne göreyim suratı bin parça bir adam. Bizim çocuklara sen mi bağırdın, toplarını sen mi aldın bir de küfür etmişsin. Tecrübeme dayanarak hemen anladım polis olduğunu. Dedim ki, bakınız ben hayatta kimsenin yüzüne küfretmedim, imanım ve ahlakım gereği asla kimsenin yüzüne açıkça küfür etmem. Eşim de arkadan müdahale ediyor, ben 25 yıllık eşimin kimseye küfür ettiğini duymadım, görmedim, siz nereden gördünüz dedi. Hangi çocuk küfrettiğimi söylüyorsa getir karşılaştır. Gerçek şu ki o çocuklarınızın hepsinin ağzında küfür bir sakız gibi olmuş. Mahalle içinde normal konuşmalarında küfür hiç eksik olmuyor. Sen sanırım polise benziyorsun. Polis kanunları, kuralları, insan hak ve hukukunu iyi bilmeli. Bu saate kadar çocuğunuz top oynayamaz, beni ve mahalleyi rahatsız etmeye hakkınız yok. Niye çocuğunuza müdahale etmiyorsunuz. Bu suç değil mi. Ben de zamanında polistim, kuralları ve kanunları az çok bilirim. Polis 24 saat görevlidir, bu tür olaylara müdahale etmek zorundadır. Polis varken, polis çağrılmaz. Ve üstelik gecenin yarısında, beline silahı alıp, arkana da diğer meslektaşını takıp kapı kapı dolaşıp beni arayamazsın, benim evimi basamazsın, kapımı zorla açtırmaya hiçbir yetkin yok. Kanunları ve kuralları bilmen ve bunlara önce senin uyman lazım gelir dedim.
Arkasını döndü, hiç bir şey olmamış gibi özür bile dilemeden çekip gitti.
Demek ki kapıyı açmasaydım, kırıp içeri girecekti. Karşısına dikilip kanun ve kuralları, hukuku hatırlatmasaydım, ben de polislik yaptım demeseydim adam demek bizi dövecek, kıracak, vuracak götürüp eskiden olduğu gibi bir yerlere atacaktı. Yani faili meçhul olacaktık. . Yahu şu anlayışa bak. Çocuğu suç işliyor, ikaz ediyoruz, çocuğuma laf söyledin diye meskenimi basıyor. Benim evime, şayet ben suç işlesem dahi polis baskın yapabilir mi. Yapamaz. Bir suçumu tespit ederse, savcılıktan ve mahkemeden arama kararı çıkarmadan kapıma dikilemez, zorla açtıramaz. Bu tür olayları biz hep televizyonlardan, Filistinliler için izlerdik. İsrail askerleri düşüyor birsinin peşine kapı kapı evlere baskınlar düzenleyip aradığı kişiyi vuruyor veya tutukluyordu. Sanki burada da aynı durum oldu. Mahallenin kabadayıları mahallede herkesi kendilerince hizaya getirecekler. Kuralları kendileri koyacaklar ve kendileri uygulayacaklar.
Maalesef ülkemizde durum hala bu şekilde demek. Orman kanunları hala devam ediyor. Biz bu gidişle Avrupa birliğine zor gireriz. Kendini kanun yerine koyan bir memur, hem suçlu ve hem de kendini güçlü zanneden memurlar günümüz ülkesine ve toplumuna yakışmıyor artık.
Kanunları uygulaması gerekenler ihlal eder ve çiğnerse biz kime güveneceğiz. Tabiî ki çocuklar, babamız polis diye hiç kimseyi takmıyorlar. Devriyeler bunlar bizim çocuklar diye göz yumarlar. Yahu biz vatandaş olarak kime güveneceğiz. Mahallede suç işlenirse jandarmayı mı, hangi güvenlik teşkilatını arayalım da bizim gece yarısı huzur ve asayişimizi sağlasın.
Ben polisime güvenmeliyim, sevmeliyim ki huzurlu ve mutlu olayım. Beni gece yarısı mutsuz ve huzursuz eden, evimi basan ve kaba kuvvet uygulayan polisi ben sevmem, sevemem, yardımcı olmam, olamam, işbirliği yapmam yapamam. Mahallemde olmasını istemem.
Ben buradan yaşanan bu müessif olay ile bir zamanlan mensubu bulunduğum şanlı, şerefli emniyet teşkilatımızı suçlamıyorum. Suçlar bireyseldir, ferdidir teşkilata mal edilemez. Ancak teşkilat ta bu tür mensuplarını iyi yetiştirmeli veya çürükleri içinden ayıklamalı. Memurların kanunları, kuralları, özgürlükleri, insan hak ve hukukunu bilmelerini ve bizzat uygulamalarını tavsiye ediyorum. Suçların önlenmesinde çok etkili bir yöntem olan polis vatandaş işbirliği herkesçe bilinmektedir. Başka türlü polis vatandaş işbirliği nasıl sağlanır ki.
İnşallah böyle bir olay hiçbir yerde yaşanmaz, bir daha kanun benim diye gece yarısı çocuğuma laf attı diyerek beline bizim vergilerimizle aldığı silahı takıp mesken basanlar çıkmaz. Bende de silah vardı, emeklilikten sonra ihtiyaç duymadığım için, devletime hibe ettim. Silahla hiçbir şey çözülmez. Silah korkakların işidir. Ben bu olayı mahkemelere taşımıyorum, çünkü mahkemelerde durum malum. Bir dava yıllarca sürüncemede kalıyor ve mahkemelerin iş yükü oldukça yüksek. Ben bu olay dolayısıyla ailemle birlikte bir gece bir gündüz huzursuz kaldım, uyuyamadım. Komşularımda aynı.
Umarım bu olayı yansıtıyorum diye, aynı kişiler veya diğerleri mesleki dayanışma duygusuyla intikam almak için farklı işlere tevessül etmezler. Ederlerse onları da yazarız, gündeme getiririz. Demokratik ve insan haklarının olduğu bir ülkede, hukuk devletinde yaşıyoruz ve tabiî ki haksızlıklar ve hukuksuzluklar karşısında hiç yılmayacağımızı ve susmayacağımızı, susmamamız gerektiğini, Allahtan başka hiçbir güç ve kuvvetten korkup sakınmamamız gerektiğini söylemek isterim.
Son olarak şunu da belirtmek isterim. Konuyu ilgili kişilerin müdürlerinin bizzat yanına giderek anlattım. Konuştuk, dertleştik. Çok kaliteli, değerli, insan hak ve hukukuna bağlı, dinamik ve sivil düşünceli bir müdürleri var. Görüşmemizden memnun ve mutlu ayrıldım. Ertesi gün, savcılığa suç duyurusu dilekçemi yazarken, bir arkadaşı aradı, randevu istedi geldi görüştük. Yani bir elçi göndermiş. Olayın bu şekilde gelişmesinden çok üzüntü duyduğunu, pişman olduğunu, hata yaptığını belirterek özür dilediğini söylemiş. Tabiî ki biz de insanız, hatasından dönmek bir erdemdir, onurlu bir davranıştır. Bu onurlu davranışından ve özür dilemesinden dolayı ben de dilekçemi yazmaktan ve davacı olmaktan vazgeçtim. İnşallah sonrasında pişmanlık duyacağımız olaylara karışmayız ve yukarıda anlattığım hadiseler son defa tekerrür etmiş olur.
Daha huzurlu, mutlu, demokrasinin, insan hak ve hukukunun yerleştiği bir ülke arzusuyla ve dileğiyle. Hoşça ve esen kalın.
Cemaat Kardeşliği mi, İslam Kardeşliğimi!
Hepimizin malumu ki, ülkemizde cemaatlerle siyasi patiler artık birbirine karışmış vaziyette. Cemaat taassubu almış başını yürümüş. Son zamanlarda bazı cemaat mensuplarından müthiş derecede kazık yedim, aldatıldım.
Mesleğim gereği cemaatlerin içerisinde, sohbetlerinde ve sosyal faaliyetlerinde kısmen, misafir olarak bulunmaya çalıştım. En azından davete icabet sünnettir yaklaşımıyla tekliflere icabet ettim. Hem bilgilenmeye, faydalanmaya hem de araştırma ve incelemeye çalıştım. Gördüm, anladım ve yaşadım ki, cemaatler de artık çığırından yani İslam dairesinden çıkma eğilimlerine girmişler. Kuran’ın tarif ettiği ve övdüğü cemaatler yerini, bambaşka bir hizip ve menfaat gurubuna yöneltmiş. Örnek mi istesiniz, dolu. Öyle cemaatler var ki artık holdingleşmişler, devlet gibi olmaya başlamışlar. Her cemaatin bir ve ya birkaç televizyonu, her televizyonun demirbaş hocası, partisi, medreseleri, dershaneleri, yazlıkları ve daha neleri neleri olmaya başlamış. Bunların hepsi İyi hoş güzel de, şu İslam dairesini zedeleme eğilimleri çok tehlikeli. İnanın şu son bir yıldır, belli bir cemaate mensup tam 5 kişiden, altı ayrı kazık yedim, aldatıldım. Müslüman Müslümanı aldatır mı, kandırır mı. Söz veriyorlar sözünde durmuyorlar, menfaatleri ile uyuşmadığında yalan söyleyebiliyorlar, senden hep alıyorlar ama asla vermek istemiyorlar. Herkes onlara verecek, onlar hep alacaklar ama asla vermeyecekler. Verecekleri kişi, cemaat mensubuysa tamam problem yok. Ondan bir şey alabilirler, maksat mensuplarımız kazansın, güçlensin. İş yerleri açarlarsa elemanlar cemaatten olsun, başka kişilere ekmek gitmesin. Eğer cemaat mensubu isen aç ve açıkta kalmazsın. Evindeki temizlikçi ve bakıcıları bile cemaat içinden arayan, bulamayınca mecburiyetten dışarıdan almak zorunda kalan insanları tanıdım. Dinimizin bize öğrettiği, Müslüman Müslümanı aldatmaz prensibidir. Müslüman Müslümanı değil, gâvuru bile aldatmaz. Gönen’de öyle şeyler yaşadım ki, bir cemaatten âdete soğudum. Sanki cemaat mensubu cemaat mensubunu aldatmaz, aldatılan kişi eğer cemaat mensubu değilse mubahtır anlayışını gördüm ve irkildim.
Sonra şükrettim, iyi ki bu hatalara düşmemişim. Elhamdülillah, müstakil, bağımsız, bağlantısız, özgür bir mıüslümanım. Kararlarımı kendim veriyorum, özgürce kendim uyguluyorum, kimseden karışma, işaret, telkin ve baskı görmüyorum. Allahtan başka da hiç kimseden zerre kadar çekinmiyor ve korkmuyorum. Herkesle istediğim özgürlükte alışveriş yapabiliyorum. Müslüman olan herkesi kardeşim olarak- eşit mesafede görüyorum. Bundan daha güzel mutluluk, özgürlük ve Müslümanlık olabilirmi.
Burada toplu olarak bir cemaati ve cemaatleri suçlamıyorum tabiî ki. İçindeki çürük elmaları anlatmaya çalışıyorum. Çürüme hızlanmasın, önlem alınsın diye yazıyorum.
Her cemaati dinlemeye, anlamaya çalıştım inanın daha çok soğudum cemaatlerden. Bir cemaat mensubu, başka bir cemaat mensubunu ve liderini öyle yerden yere vuruyor, aşağılıyor, hakaret ediyor, amerikancı ve ajan diyor, bölücü, hain ve mürtet ilan ediyor ki şaşırmamak elde değil. Adeta Müslüman kardeşinin ölü etini yiyor.
Herkes kendi cemaatiyle övünüyor, karşısındakini tamamen dışlıyor. Bu ne çirkin bir durum değil mi. Kendi cemaatiyle övünüyor, karşısındakileri zavallı, doğru yolu bulamamış, rehbersiz, mürşitsiz, yanlış yolda, cehennem çukurunda olan biri diye ilan ediyor. Belki beni de kendi akıllarınca öyle ilan ediyorlardır.
Ama Kur’an tersini söylüyor. Hucûrat 13:”...Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır. Şüphe yok ki Allah alimdir, her şeyi bilen de, her şeyden haberdardır.
İslam kardeşliğinin yerini, adeta cemaat kardeşliği almış. Yani ümmet bozulmuş deforme olmuş. Oysa Kur’an bakınız ne buyuruyor.
Hucûrat 10: ”müminler (dinde) ancak kardeştirler..... Cemaatten olanlar kardeştir demiyor.
Enfâl 1:”Siz gerçekten mümin iseniz Allah’tan korkun ve birbirinizle aranızı düzeltin(geçimsizlik yapmayın)Allah’a ve Resulüne itaat edin”.
Bu cemaat mensuplarından, kendi menfaatlerine sözlerini tutmadıklarını ve anlaşmalarına bağlı kalmadıklarını, hatta açık açık yalan söylediklerini, sözlerini ve vaatlerini inkâr ettiklerini bizzat mağduru olarak gördüm ve yaşadım. Oysa Kuran bakınız ne buyuruyor.
Maide 1: ”Ey iman edenler! Allah ve insanlar arasında verdiğiniz söz ve yaptığınız bağlantıları yerine getirin”.
İsra 34: ”Bir de ahdi (yapılan sözleşmeyi) yerine getirin. Çünkü verdiği sözden cayan (kıyamet günü) sorumludur”.
Tevbe.119: ”Ey müminler! Allah’tan korkun (fenalıklardan sakının) imanında ve sözünde doğru olanlarla beraber olun.”
İnsanlara, kendilerinden olmayanlara, doğru düzgün bilgi ve belge sahibi olmadan çok kolay iftira atabildiklerini gördüm. Oysa Kuran farklı bir şey söylüyor.
İsrâ 36:”Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardından gitme (araştırıp, iyice soruşturup, doğruluğuna karar vermeden) çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”
Örneklerini çoğaltabiliriz, velhassı kelam Gönen’de birkaç cemaatten ve mensuplarını tanımaktan ve alışverişte bulunmaktan muzdarip ve mağdur oldum. Onları yakından tanıyınca adeta şoke oldum, böyle olamazlar, yapamazlar dedim ama yaptılar. Bunların örnekleri bende saklı, merak eden olursa özel olarak anlatırım.
Allah hepimizi hakiki İslam kardeşliğinden, gerçek Müslümanlıktan, Kuran’ın nurlu yolundan ve peygamberimizin önderliğinden ayırmasın.
Niye Gönen Postasında Yazıyormuşum…
Başarısızlıklarını gördüğüm, yazdığım ve hafif dokunduğum, yetkileri kendinden meçhul bir dost, bana makul ve mantıklı bir cevap vereceğine veya yanlış ve yalan yazmışsın diyeceğine neden Gönen Postasında yazdığımı sordu ve tabiî ki dert yandı. Ben de dedim ki ne yani Yunan Postasında mı yazsaydım.
Siyaset, taraflılık ve üstüne üstlük beceriksizlik insanları böyle saçmalıklara itiyor. Sonra dedim ki kendisine, Gönen Postası Gazetesi 40 yıllık, Gönen ile özdeşleşmiş, köklü ve güvenilir, adıyla müsemma tek Gönen Gazetesi. Yayın çizgisi ve kalitesi de güzel. İmtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni de yerli yani Gönenli. İstediğim zaman imtiyaz sahibiyle muhatap olabiliyorum, her zaman yetkili ve sorumluları tarafından güler yüz ve tatlı dil ile karşılanıyor ve ağırlanıyorum, değer veriliyor ve çaylarını da içebiliyorum. Üstelik tam 10 yıldır bu gazetede yazılarım yayınlanıyor. Ve üstelik en demokrat, güvenilir, tarafsız gazete olarak da hala Gönen Postasını görmekteyim. Benim çizgime, siyasi görüşüme ve duruşuma, fikirlerime ve yazılarıma karışmayan gazetede yazmam daha mantıklı değilmi. Üstelik bu gazetede kendisine Selamünaleyküm diyerek Allahın selamını veren her ne kadar başı açık da olsa bir genç kızı niye böyle selam veriyorsun, genç kıza böyle selam vermek yakışıyor mu diye azarlaran, aşağılayan bir yazar da yok.
Kendisine hediye etmek için bürosuna “ Mevzular ve Ayetler” isimli bir kitap bırakıldığında kitabı alır almaz ismi bende saklı, doğruca eski Gönen Kaymakamına çıkan ve bu kitabı bana bırakanlara bir şey yapın, yönlendirilmek mi isteniyorum acaba diye bu devirde dini içerikli bir kitaptan rahatsız ve şikâyetçi olan kişilerin de çalışmadığı bir gazetede yazıyorum en azından. En azından Selamünaleyküm diyerek girebildiğim ve aleykümüsselam karşılığını duyarak alabildiğim bir gazetede yazmak huzur ve mutluluk verici.
Ne gariplikler yaşanıyor şu küçücük şehirde değil mi. Kimin eli kimin cebinde, kim kimin dostu, kim hangi düşüncede ve fikirde belli değil. Dünya menfaatleri ne gerektiriyorsa o olmuş. Yaşadığımız sürece daha neler göreceğiz neler. Niye Gönen Postasında yazıyormuşum, böyle anlayıştan ve bu kafadaki insanlardan hoşlanmıyorum ve üstelik nefret ediyorum artık.
Bu kadar taraflı olunmaz ki. İnsan azıcık sahtede olsa demokrat gözükür. Elhamdülillah, çizgim de fikirlerimde belli. İster sevsinler, ister sevmesinler ben buyum. Ha şunu da söylemek isterim o dostuma ve onun gibi düşünenlere, şayet bu satırları okuyorsa. Kadir Demircan, derlediği haberleri ve yazılarını yerel ve ulusal olarak tam 12 tane yayın organına mail olarak atıyor, onlar ise işine gelenleri yayınlıyor, işine gelmeyenleri yayınlamıyor. Doğrusu gönderilen haberlerin ve yazıların tamamına yakını işlerine gelmeyen haberler oluyor nedense. Ama Gönen postası hiç ayrım yapmadan, gönderilen haberlerin tamamını, noktasından virgülüne kadar hiç dokunmadan yayınlıyor sa bu benim için ayrıca bir gurur kaynağıdır. Kendilerine özel olarak teşekkür ederim. Ve Gönen Postasında yazmaktan da büyük mutluluk ve gurur duyuyorum.
Gönen’de Hiç Bir Şey Düzelmez
Hatırlayacaksınız, birkaç hafta önce bu köşemizde “Sinek, Saz, Toz ve İhmal Kenti …. Denizkent
Köy Değil, Şehir Değil, Mahalle Değil, Belde Değil Peki Burası Ne?
Adı olan fakat hükmü ve statüsü olmayan yerleşim yeri… Denizkent veya Pınarkent “ başlığı ile bir yazı yayınlamıştık. Aynı zamanda rapor niteliğinde bir yazıydı bu. Yazıda eğrisiyle doğrusuyla her şeyi ortaya koymuştuk. Hani derler ya eleştirmek kolay önerin nedir diye. Biz de o yazıda hem eleştirdik ve hem de 7 maddeden oluşan öneri paketi sunduk.
Sundukta ne oldu, ses mi getirdi. Yetkililerin birisi çıkıp ta niye böyle yazdın, yanlış yazdın- doğru yazdın mı dedi. Tahmin ediyorum ortada kendini yetkili gören kimse yok. İnsanlarımız da maalesef İlgisiz, sorumsuz, hedefsiz, gayesiz, nemelazımcı insanlar. Hani derler ya yetkililerden tık yok, işte öyle bir şey. Denizkentte ki mal sahiplerine ne demeli. Yahu biriniz ses verin. İyi olmuş, kötü olmuş diye. Kimileri orada villalarında tatilde, gazete bile okumadılar. Merak ettiğim şey şu, acaba Gönen ve Sarıköy belediyesinin basın yayın sorumluları var mı ve varsa ne işle meşgul olurlar. Çünkü şunu iyi biliyorum; 1997- 2001 yılları arasında memur iken, Ankara’da Başbakanlıkta devlet bakanının basın yayın işleri sorumlusuydum, yani diğer bir tabirle basın danışmanlığı görevini yürütüyordum. Görevim, bakanın ve kurumun çalışmalarını basına servis eder, açılış ve toplantılara basının gelmesini organize ederdim. Bir de en önemli ve asil görevim, basında kurumla ilgili ve kurumu ilgilendirebilecek konularla ilgili bütün gazeteleri okur, tarar, ilgili ve önemli gördüğüm lehte ve aleyhteki haberleri derler, bakana sunardık. Sonra bunları mutat olarak arşivler, bazılarını da ilan panosuna asardık.
Şimdi merak ettiğim şu, iki belediyenin basın yayını takip eden ve değerlendirmeye alan elemanları yok mu acaba. Eğer yoksa derhal böyle bir görevlendirme yapmalarını şiddetle tavsiye ederim kendilerine. Çünkü çok faydalı olur.
İşte yetkisizlerimiz ve böyle sorunlarına sahip çıkmayan, nemelazımcı halkımız olduğu sürece Gönen’de hiçbir şey düzelmez arkadaş. Ama olsun biz yinede kuşlara, taşlara, cinlere yazmaya devam edelim.
Gönen’de Hak İhlalleri (9.8.2010 Pazartesi)
Hak ve hak ihlalleri üzerine, değerli arkadaşım, dostum Mustafa Ergün ile Başbaşa bir sohbet edeceğiz. Mustafa Ergün ile sohbet nereden çıktı derseniz anlatayım. Günde onlarca köşe yazısı okurum. Haftada birkaç defa da röportaj okurum. Aynı zamanda hem köşe yazarlığı ve hem de röportaj yapmaktayım. Çeşitli gazete, dergi ve internet siteleri ile televizyonda da düşünce ve araştırmalarımı ihtiva eden yazılarım yayınlandı. Yazılarımda hep dokunurum, eleştiririm, iyileri ve doğruları anlatmaya çalışırım. Hiç taraf tutmam, objektif, tarafsız, bilimsel, demokrat bir çizgiyi muhafaza etmeye çalışırım.
Kim ne derse desin düşüncelerimde, değerlendirme ve yorumlarımda tabiî ki yazılarımda kıstaslarım ve referanslarımı Kur’andan alırım. Kuran ve hadisler yegâne, bitmeyen, tükenmeyen, insana yanlış yaptırmayan, mahcup etmeyen, pişmanlık duyurmayan, evrensel, zamanlar üstü bir kaynak. Yazılarımda tabiî ki, kimseyi incitmeden, kötülemeden, karalamadan, hakaret etmeden açık adres ve isim vermeden yapmaya gayret ederim. Edebiyatta biz söz vardır, tecahül arif sanatı. Bilinen bir şeyi, bilmez görünerek anlatmadır. Bu, çoğu kez soru ya da abartma yoluyla yapılır. Yani dolaylı yoldan, kişiyi incitmeden hatalarını aktarma, dokundurma, taşlama sanatı. Bu yüzden de sıkıntı çıkmaz. Anlayan anlar, anlamayan anlamaz. Hani bir söz vardır, babam dahi yanlış yapsa karşısında olurum diye. Benimki de aynı şey. Bir arkadaşım aradı, yahu sen bari bizdensin, filanca konuyla ilgili niye öyle şeyler yazdın diye dert yandı. Ben de dedim ki benim dinim böyle emrediyor, ondan öyle yaptım. Doğru söyleyin, hakkı ayakta tutan hakimler olun. Doğrudan, hak dan, adaletten, mazlumdan yana olun diyor. Ben de öyle yapıyorum. Benim neyim olursan ol hiç önemi yok. Doğru bildiğimi söylerim. Kullarından değil, onların yaratıcılarından korkar ve sakınırım.
Dolayısıyla, bir konunun net, çarpıcı ve anlaşılır biçimde ele alınması için röportaj tarzı daha etkili oluyor. Konuya girmek daha rahat. Lütfü Oflas da Vakit Gazetesinde aynı tarzı kullanıyor. Öbür türlü, karşında bir kişi olmadan, konuya doğrudan giremiyor ve konsantre olamıyorsun. Bu sebeple, müstear isim kullanırdım. Ancak şimdi gerçek isim kullanıyorum ve gerçektende iyi bir röportaj yapmaya başladık. Bundan sonraki Gönen Sohbetleri köşesinde, bir hafta ben soracağım konuklarım cevaplayacak, diğer hafta ise başkası soracak ben cevaplayacağım. Çünkü doluyum, boşalmam lazım. Söyleyeceklerim, halkla paylaşacaklarım birikti onları aktarmam lazım.
Böyle bir arayış içindeyken, parkta dolaşırken Mustafa Ergün ile karşılaştık. Gel dedim sana çay söyleyeyim. Olur dedi ve oturduk. Sonra dedi ki, arkadaş sana çok teşekkür ederim. Niçin dedim, birincisi bana değer verip çay içmeye davet ettiğin için, ikincisi Gönen Postasındaki Gönen Sohbetleri röportajlarını okudum, öyle güzel konulara ve zülfiyallelre değinmişsin ve dokunmuşsun ki hayran kaldım dedi. Bu yüzden seni tebrik ederim dedi. Sonra başladı şu konuya da değin, bu konuya da değin demeye. Baktım ki yazılarımı düzenli olarak okuyor, yorumluyor ve toplum hakkında çok konuşacak konuları ve dertleri var. Kendini sorumluluk sahibi hissediyor. Ferdiyetçi değil cemiyetçi bir insan. O zaman dedim ki işte bana soru soracak adamı, yani Gönen Sohbetleri köşesinde karşılıklı mülakat yapacağımız gerçek ismi buldum dedim. Ve hemen kendisine teklif ettim, seve seve yaparım dedi ve kabul etti. İşte sohbetimiz buradan başladı. Ha şunu da belirtmek isterim. Ben insanlık gereği herkese insan olduğu için değer veririm. Oturup sohbet ederim. Tabiî ki, kötülerden, zararlılardan yüz çevirip kaçınırım. Herkesle arkadaşlık ve dostluk kurmam. Telefonum ve kapım gizli ve açık bütün numaralara ve herkese açıktır. İnternetten bütün iletişim bilgilerimi paylaşırım. Hiç kimse yapmaz ama ben bunu da yapıyorum. Yazılarımın sonunda bile isim ve iletişlim bilgilerimi veriyorum. Çünkü bu dünyada cevap ve hesap veremeyeceğim bir tek kişi tanımıyorum. Ben mahşer gününde Allaha vereceğim hesapları hesap ediyorum, derdim orası. Burası omurumda değil.
Konuşulacak, konu alınacak, masaya yatırılacak öyle çok konu var ki hangisinden başlayacağımıza karar veremedik.
En önemli konu insan hakları ve hukuku olduğu için Gönen’de ihlal edilen insan hakları konusunu masaya yatıralım istedik.
Mustafa Ergün:Hak nedir. Tanımını yapabilir misiniz?
Kadir Demircan: Her insan doğuşundan itibaren bir takım kişi hak ve hürriyetlerine sahip olur. Hak, hukuken korunan menfaattir. Hak, bireyin, diğer insanların kendi hayatlarını yaşama şekline müdahale etmeden, kendi yaşamına yön verme özgürlüğüdür. Hukuk düzeninin kişilere tanımış olduğu yetkilerdir. Bu yetkilerin belirli bir sınırı vardır aşıldığı takdirde aşan kişi cezalandırılabilir ya da bu aşmayla hakkını ihlal ettiği kişiye tazminat ödemeye mahkûm edilebilir.
Hak kullanılırken başkalarının haklarını çiğnemek suç veya haksız fiil teşkil eder. Hakkın tanımı budur. Ben, sen, biz, hepimiz kendimize tanınan haklarımızı ve tabiî ki özgürlüklerimizi sonuna kadar- ama başkalarının hakkına tecavüz etmeden, istediğimiz gibi kullanabiliriz. Sınır, hakkımızı ve özgürlüğümüzü kullanırken başkalarının hakkını ve özgürlüğünü sınırlama, zarar verme, kullanmasını engelleme olmamalıdır.
Mustafa Ergün:Peki bu hakkın kullanılmasına ve engellemeye örnek verebilirmisiniz. Yani Gönen’de gördüğünüz en önemli hak ve özgürlük ihlalleri nelerdir?
K. Demircan: Tabiî ki sohbetimizin konusu Gönen’de Hak ihlalleri. Bu ihlaller Gönen’de değil, Türkiye’nin her yerinde vardır, olmaktadır. Bunları her gün görmekte ve duymaktayız. Ama biz kendi çevremizden, şehrimizden örnek vermek durumundayız. Çünkü herkes kapısının önünü temizlerse, tüm mahalle tertemiz, neticede şehrimiz tertemiz olur.
Size çok canlı ve bizzat yaşadığım birkaç örnek vereyim. Bundan 15 gün önce. Hava sıcak balkonda yatıyorum. Gecenin bir saatinde ani bir gürültü, bağrışmalar ve davul sesleri. Şaşırdım kaldım, nedir bunlar diye. Saate baktım gecenin tam 03 ünü, yani gece yarısını gösteriyor. Ayağa kalktım, baktım. Birde ne göreyim, hemen karşı apartmanın önünde kadınlı, erkekli 20- 25 kişi, iki tane davul, iki tane zurna çal patlasın vur oylasın çalıyor. Beş kişide döne döne bağırıp çığırarak, sağa sola naralar atarak, şak şak yaparak, ıslık çalarak oynuyorlar. Allah Allah, hayretler içinde kaldım. Bunlar dedim hepsi delirmiş, çıldırmış. Bunlar akıllı insan olamazlar. Öyle bağırıyorlar ki, davullar öyle çalıyor ki, etraf zıngırdıyor. İnanın bütün herkes uyandı, ayaklandı, balkonlardan bakmaya başladı. Herkes şaşkın, o kepazeliğe bakıyor. Onların omurunda değil, eğlencelerine devam ediyorlar. Hanıma dedim nedir bunlar, filanca kişinin oğlu evleniyormuş, kız tarafı damat övmeye gelmiştir dedi. İnanın içlerinde bir tek akıllı yok tu. İçlerinden birisi çıkıp ta yahu insanlar yataklarından kalktı, uyandı, bize bakıyorlar, etrafa büyük rahatsızlık verdik, hak ihlali yaptık, rezil olduk, biri bize saldıracak, olay çıkacak, polis gelecek bizi götürecek, bunların hastası vardır, çocuğu vardır, sabah işe gidecek vardır demedi be.
O kadar bekledim ki bizim emniyet, asayiş ve huzurumuzdan sorumlu polisimizin devriye otoları gelir de bu kepazeliğe son verir, bunları alır karakola götürür dedim. Gelmediler be, en az 20 dakika bu alçaklık, kepazelik devam etti. Mahalleyi geçtik, o gürültüler, gecenin saat üçünde tüm Gönen’den duyuldu.
O kişilere, o damada, o gürültü çıkarıp yamyamlar gibi oynayıp bağıranlara, onlara seyirci kalanlara hakkımı helal etmiyorum. Kimsenin gecenin yarısında beni rahatsız etmeye hakkı yok. Benim huzur ve asayişimi sağlamayanlara da, bu kepazeliklere göz yumanlara, idare edenlere de hakkımı helal etmiyorum. Herkes görevini yapmalı. En üzüldüğüm nokta, o anda herkesin uyanıp ayaklanmasına rağmen birinin çıkıp ne yapıyorsunuz siz, defolun gidin dememesi. Herkes kötülükleri ve hak ihlallerini seyrediyor ama engellemek için eliyle, diliyle, kalbiyle hiçbir şey yapmıyor.
Geçen bir genelge haberi çıktı Gönen Postasında. Balıkesir Valiliğince ilçelere duyurulan genelgede açık alanlardaki düğünlerin saat 23.00 da, kapalı alanlardaki düğünlerinde 23.30 da son bulmalarını belirtiyordu. Ben inanın bu genelgeye uyan bir kimse görmedim. Gönen içinde açık alanlardaki düğünler gece saat 0.30 a kadar çalıyor ve bir tek ekip otosu da yanından geçmiyor. Bir köy düğününe gittim, vallahi gece saat 0.2 de bitti. Ertesi gün düğün sahibine dedim ki, yaptığınız bu çok ayıp. O köyde 400 nüfus var, 20 kişi eğlendiniz, 400 kişi uykusuz kaldı. Uyku uyuma, istirahat etme hakkını kullanamadılar. Bu insanların tek tek rızalarını aldınız mı? Biz gece saat ikiye kadar eğleneceğiz, sizi uyutmayacağız, hakkınızı helal edin dediniz mi.
Yine çevremden örnek vereyim. Yazın hava sıcak, herkes ya balkonda yatıyor ya da kapılar açık olduğu için dışarıdaki bütün sesler duyuluyor. Çok değerli komşumuz, misafirlerini almışlar balkona, gece yarısı saat üç olmuş, bağıra bağıra, kahkahalarla sohbet ediyorlar.
Bunlar gece ihlalleri. Bir de gündüz ihlalleri var. Islık çalmak ne kadar çirkin bir şey değil mi. Çirkin, saygısızlık ve edepsizlik- tabiî ki insanların olduğu yerlerde, toplum içinde. Gidip dağ başında veya koyunların yanında ne yaparsan yap kimsenin bir şey demeye hakkı yok.
İş yerine geliyorum, birkaç kişi birbirinden esinlenerek ıslık çala çala pasajın içinde dolaşıyor. Misafirim var yanımda, misafirime rezil oluyorum. Dükkânların ve insanların olduğu bir yerde, güpe gündüz hiç ıslık çalınır mı? Ne kadar çirkin bir durum değil mi . Bir sabrettim, iki sabrettim patladım ve gidip güzelce ikaz ettim. Adam, benim ıslık çalmak hoşuma gidiyor demesin mi. Islık çalmanın dinimizce hoş karşılanmadığı bilgilerini internetten indirdim gösterdim kendilerine. Adamlar adeta beni döveceklerdi. Öyle bir hışımla kâğıdı yırttılar ki sormayın.
Yine bürodayım, Salı günü, insanların en yoğun olduğu saat, tam 10.30. Bir gürültü, bina sallanıyor, yıkılıyor sanki. Dayanamadım çıktım baktım. Gördüm ki, yanımızda boş dükkânı birisi tutmuş, tadilat yapıyor. Birisi eline tokmağı almış duvar kırıyor, diğeri matkabı almış duvar deliyor. Kolay gelsin dedim. Eğer çalışacaksanız bize söyleseydiniz, bu gün buradaki dükkânları açmazdık, kapatır sizin için tatil ederdik, rahat çalışırdınız dedim. Adamlar tuhaf tuhaf baktılar. Herhalde ne diyor bu deli dediler. Öyleye hak ve hukuk gözeten, hakkını ve hukukunu arayanlara deli gözüyle bakılıyor. Kimler bakıyor, kokuşmuş bir toplumun içindeki bencil cahiller. Ardından beş dakika sonra birisi bromuza geldi, dükkânın sahibiymiş. Dedim ki, bu yaptığınız ayıptır, suçtur, insan hakları ihlalidir. Gürültü yaparak benim işlerimi engelleme hakkınız yok. Bu tür işler, mesai sonrası veya Pazar günleri yapılır, ya da burada herkesten mazeret beyan eder müsaade alırsınız, izin verirlerse problem olmaz, yapasınız dedim. Belediye zabıtasına bildireceğim dedim. Adamdaki ukalalığa bak. Ne dese iyi, arkadaş istediğin yere şikâyet edebilirsin. Git belediyeye şikâyet et, onlar beni bilirler dedi. Ben de dedim ki şimdi sen insan hakkını tanımıyorsun, Allah’dan korkmuyorsun, kullardan utanmıyorsun, kanunu da tanımadığını söylüyorsun öylemi dedim. Arkasını dönüp çekip gitti ve tabiî ki gürültüye devam etti. İşte örnekler. Her şey cehaletle başlıyor. Allahtan korkmayan kullarından da utanmıyor, hak, hukuk da tanımıyor. Utanma ve haya duyguları yok. Bir söz vardır, haya imamdandır diye. Bir adamın imanı zayıfsa hayası da zayıf oluyor veya hiç olmuyor. Kanunlarda uygulanmıyor. Sıkıntısını biz çekiyoruz.
Mustafa Ergün:Peki, kadir bey ne yapılmalı çözüm nedir.
K. Demircan: Çözüm şudur. Ben Müslüman’ım ve modern bir insanım. İnsan hak ve hukukuna, özgürlüklerine son derece saygılıyım. Kimseye haksızlık edemem ve kimseye zerre kadar bire zarar veremem. Çünkü hesap gününde bunların hepsinin teker teker hesabı sorulacak ve hesabı verilecek. Ben kul hakkına girmekten, hak ihlal etmekten, birisine zerre kadar zarar vermekten çekinirim, sakınırım. Alalh’ım derim, benim elimden ve dilimden kimseye zarar verdirme. Bu davranışımdan dolayı bana ister deli desinler, isterlerse ne derlerse desinler. Hiç omurumda değil. Doğruyu savunan olarak tek de kalsam savunmaya devam edeceğim.
Çok önemli bir söz ve tespit vardır. Bir düşünce ve din adamına, yabancı biri sormuş. Müslüman ne demektir demiş. Oda şu cevabı vermiş “ Müslüman Önce Karşısındakini Düşünmektir “ demiş. Ne kadar doğru bir söz değil mi. Önce karşımızdakini düşünürsek, herkes önce kendi yerine karşısındakini koysa, düşünse, hiç huzursuzluk ve hak ihlali olur mu. Maalesef günümüz toplumunda, herkes kendini düşünüyor, toplum ve cemiyet menfaatleri yerine, dünyalık, kişisel, özel, bireysel çıkarlar ve menfaatlerimizi, egolarımızı öne koyuyoruz. Ve o toplumda huzur yerine anarşi oluyor.
Bir de bizde kabadayılık egoları hakim. İyi insan olmayı bir türlü beceremiyoruz. Kaba, saba, cahil, herkese korku salan insanlarımız maalesef çoğunlukta. Bu da İslamı bilmemekten ve yaşamamaktan kaynaklanıyor.
İşte yukarıda anlattığım iki örnek. Adam ıslık çalıyor, ikaz ediyoruz, gelip efeleniyor. Duvarları delerek gürültü yapıyor, güzelce gidip ikaz ediyoruz, ukalaca gelip nereye şikâyet edersen et diyor. Hâlbuki insan ve iyi bir Müslüman olabilselerdi ya bu haksızlıkları hiç yapmazlardı, ya da hata ile yaptıklarında, gelip hata bizde, özür dileriz, hakkınızı helal ediniz derlerdi.
Hem suçlu hep güçlü rolündeki insanlar bana göre cahillerdir. İnsanlığın en büyük düşmanı da cehalettir. İşte bireysel insanlar bunlardır, toplumun ahlak ve huzurunu bunlar bozar. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen egoistler, benciller toplum için en büyük tehdit unsurudur. Önce ben değil, önce biz düşüncesinde olmalıyız.
Hak çok önemlidir. Akşamdan sabaha çıkma garantimiz yok. Üç gün içinde iki tane arkadaşın salasını duydum. Yusuf Tırın ile bir gün önce selamlaştık, 10 gün önce de kartuşlarımı doldurdu ve ona bir de site yapıp teslim etmiştim. Kısa sohbetimizde iyilik yaptığı birisinin kendisine büyük bir kazık attığından dertlenmişti. Şimdi ne oldu, ona kazık atan kişi, Yusuf ağabeyle helâsallaşamadan, Yusuf abi bu dünyadan ayrıldı gitti. Şu kısacık dünya hayatımızda hiçbir şey için insanları üzmeye değmez. Şu dünyadan gider iken hoş bir seda ile gitmek, borçsuz ve kul haksız gitmek varken.
Çünkü Allah’ü teala, bana kul hakkıyla gelmeyin diyor. Özgürlükler sınırlıdır. Herkes hakkını ve özgürlüklerini kuralsız ve sınırsızca kullanamaz. Başkalarının özgürlüklerine ve hakkına zarar verildiği noktada benim hakkım ve özgürlüğüm biter. Bilinçli birer vatandaş olmalıyız. Hakkımızı kullanmalıyız ve insanlara da kullandırmalıyız. Haksızlıklara, adaletsizliklere ve etrafımızdaki kötülüklere karşı sessiz ve tarafsız kalmamalıyız. Korkak olmamalıyız. Etrafımızdaki kötülüklere sessiz ve tarafsız kalırsak, bir gün gelir o kötülük ateşi bizi de çepe çevre sarar. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyemeyiz. Ni tekim dinimizde haksızlıkların karşısında susan dilsiz şeytandır diyor. Öncelikle bilgi sahibi olmalıyız. Bilgi demek güç demektir. Gerçek güç, silah ve kaba kuvvet değil, bilgidir. Bilgili isek güçlüyüz demektir.
Jandarma ve polisimizde görevlerini yerime getirmeli, kanun ve kararnameleri uygulamalıdır. Benim hakkıma tecavüz söz konusu ise, orada idare edelim diyemezler. Düğünler 24.00 da bitmeli, herkes istirahata çekilmeli. Kanunlara uymayanlar varsa babamızda olsa karşısında olmalıyız, ikaz etmeliyiz.
Osmanlı böyleydi, şimdi ise Avrupa böyle. Avrupa’da, saat 03. de böyle bir kepazelik görülemez. Ülkemizi bu şekilde göstermeye kimsenin hakkı yok.
Mustafa Ergün:Hepsi bu kadar mı. Başka ne tür hak ihlalleri var acaba.?
K. Demircan:Tabiî ki, çarpıcı olsun ve anlaşılsın diye herkesin bildiği ve mağduru olduğu birkaç örnek verdim. Aslında onlarca hatta yüzlerce örnek var. Bir market sahibinin onlarca çalışanlarının haklarını çiğnediğini, onlara saygısızlık yaptığını, çalışanlarının bizzat ağzından dinledim. Tabiî ki o adamın bana bir zararı olmamasına rağmen, tavır olarak 4 yıldır selam bile vermiyorum.
Ha bir de ilçemizde bu konuyla ilgili bir de dernek var. Çok değerli Aydın Karakaya Bey, dört yıl önce Gönen İnsan Haklarına Saygı Derneği ni kurmuş. Ne güzel bir hizmet yapmış. Şimdi ise bu derneğim başkanlığını Avukat Servet Bıyık yapıyor. Bu derneğin ne tür hizmetler yürüttüğünü, insan hakları ihlalleri ile ilgili ne tür çalışmalar yaptığı veya yapmadığını bilmiyorum. Sanırım boşuna kurulmamıştır, mutlara icraatları, projeleri, hizmetleri vardır. Bir açıklama yaparlarsa sevinirim. Ben buradan onlara çağrıda bulunuyorum. İlçemizde birçok insan hakları ihlalleri ve insan haklarına saygısızlık vakaları var. Lütfen bunları araştırmanız, üzerine gitmeniz ve sivil toplum görevinizi yerine getirmeniz gerektiğine inanıyorum. Bir vatandaş olarak bunu sizden talep etmem en doğal hakkım olsa gerek.
Mustafa Ergün: Teşekkür ederim. Başka ilave edeceğiniz neler olabilir.
K. Demircan: Bende teşekkür ederim. Bu konulara sayfalar sığmaz. Ama sanırım bir şeyler anlatmaya çalıştık. Faydalı olabildikse ne mutlu bize.
Ben halkımızdan da, bize her türlü görüş ve düşüncelerini iletmelerini istiyorum. Onların duygularına tercüman olmaya çalışıyorum. Amacımız, iyiliklerin ve güzelliklerin yaygınlaştırılması. Sürçü lisan eylediysek affola.
Gönüllerin Sultanı, Gönen’in İftiharı
Gönenli Mehmet Efendi
Gönen’in medar-ı iftiharı. Bu toprakların, Gönen’in Bağrından çıkmış yiğit insan, Allah, Kuran ve Peygamber dostu, fikir, gönül, dava ve çile adamı.
Hayatını Kuran’a, insanlığa hizmete, talebe yetiştirmeye, vaaz ve nasihatlere adayan Mehmet Efendinin asıl adı Mehmet Öğütçüdür.
Mehmet Efendi aslen Kırım kökenli olup, 1901 yılında Gönen’de doğmuştur. İlkokul ile birlikte Kur’an eğitimini tamamlayarak 12 yaşında hafızlık unvanını almıştır.
İlk imam hatiplik görevine 1930 yılında Gönen çarşı Camiinde başlamış, daha sonra İstanbul da çeşitli camilerde İmam Hatiplik, Talebe Okutma ve vaazı nasihatlerini sürdürmüştür.
Binlerce talebesi bulunan, hizmetleriyle, örnek insan ve örnek Müslüman halleriyle Gönenli Mehmet Efendi olarak tanınan hoca efendi, 1991 yılında İstanbul’da vefat etmiş, devlet adamları ve onbinlerce seveninin katıldığı Fatih camiinde kılınan cenaze namazı sonrası Edirnekapı şehitliğine defnedilmiştir.
Hoca efendi adına ilçemizde Gönenli Mehmet Efendi Vakfı, Külliyesi, Camii ve Yatılı Kız Kuran Kursu bulunmakta olup, her yıl çeşitli etkinliklerle anılarak ismi ve eserleri yaşatılmaktadır.
Hoca efendi adına ayrıca İstanbul’da da hanım talebeleri tarafından kurulan bir adet vakıf, kız kuran kursu, huzur evi ve ismini taşıyan 6 tane cami bulunmaktadır.
Gönenli Mehmet Efendi örnek ve önder hayatıyla, günümüze de ışık tutmaya hala devam etmektedir.
Şahsen ben Gönen’li Mehmet Efendiyi, çok geç tanıyanlardanım. Hani bir söz vardır, insanların kıymetleri ölünce anlaşılır diye. Benimki de öyle oldu. 1991 yılında Ankara’da genç bir polistim. O zamanları Zaman gazetesi okuyordum. Bir gün baktım ki gazetede Gönenli Mehmet Efendi Hakk’a yürüdü diye bir manşet okudum. Sonra haberin devamını okuyunca, ne büyük bir insan olduğunu öğrendim. Bu insanı ben niye tanıyamadım, hem de üstelik bir Gönenli olarak. Üzüldüm, sıkıldım ve kendimi suçladım. Ondan sonra artık Mehmet efendiyi araştırmaya, tanımaya başladım. Sonra nice insanlardan, yaşayan talebelerinden onlarca menkıbelerini dinledim.
Zaman geldi, Mehmet Efendi adına bir belgesel film yaptım ve yayınladım. İzlemek isteyen internette “Gönenli Mehmet Efendi”yazıp izleyebilir. Ayrıca bir de internet sitesi kurduk. www.gonenli-mehmetefendi.tr.gg siteyi de izleyebilirsiniz. Tabiî ki bu arada Mahmut Bayram Hocayı’da unutmamak lazım. İnşallah başka bir sohbetimizde, onu da sohbetlerimizde ele alacağız.
Gönen’li Mehmet Efendi Vakfı Başkanı
Mahmut Uyar’la Başbaşa
Mahmut Uyar. Örnek alınacak ve imrenilecek bir İmam Hatipli. Her yerde kendini sevdiriyor ve kendini dinletiyor. Halka halkın dili ve kültürüyle yaklaşıyor. Birçok görevli imam hatibin mesleği olmasına rağmen yapamadığını o yapıyor. O sadece İmam Hatip Lisesi Mezunu. Resmi görev almamış, vaizlik veya iletişim dersleri de okumamış. Ama iletişimi bir iletişimciden iyi, vaaz, sohbet ve hitabeti bir vaizi ve hatibi aratmayacak derecede kendini yetiştirebilmiş ender şahsiyetlerden birisi.
Buna kim karar veriyor, tabiî ki onu can kulağıyla dinleyenler, yani halk, yani cemaat. O bir cemiyete geldiğinde hemen vaaza başlar diye insanlar camiye biraz erken giriyorlar. Sohbete başlayınca da caminin içi ve dışı doluyor. Gönen’in köylerinde ve mahallelerinde gittiği her yerde durum aynı. Sanki Mehmet efendinin huyundan, suyundan faydalanmış, sanki onu taklit ediyor.
Hafta içi gündüz ticaretle meşgul, hiçbir saniye boş vakti yok. Hafta sonları minibüsüyle köylerde, cemiyetlerde, halkın içinde. Arabası bir yere giderken de gelirken de hep dolu.
Kim ne derse desin, bir İmam Hatipli olarak ben ona imreniyorum ve hayran oluyorum.. Birçok resmi vaizi inanın dinleyemiyorum. Mahmut Uyar ağabeyin özel olarak da yanına gidip sohbet ettim. Haz duydum, faydalandım, bir şeyler kaptım. Sohbeti çok hoşuma gidiyor. Üslubu, vurguları, sunum tarzı, vücut dilini kullanması, halkın anlayacağı ve hoşlanacağı lisan ile konuşması, yerel lehçeleri kullanması süper. Bence hitabetçiler bu adamdan etkili hitabet ve iletişim dersleri almalı. Bana göre, zamanında rahmetli Mehmet Ali sarı hoca vardı Alaşar köyünden. O da aynıydı. Çıkar kürsüye, halkın diliyle, kendine has tarzıyla basardı sohbeti. Herkes sohbetinden hoşlanır ve onu pür dikkat dinlerdi. Şimdi de o boşluğu Mahmut Uyar dolduruyor. İkisinin de ortak özelliği rahmetli Molla Ahmet hocanın köyü olan Alaşar köyünden olmaları.
Dileğimiz Mahmut Uyar’lar çoğalmalı. Görevli İmam Hatiplerimiz arasından da Mahmut Uyarlar çıkmalı. İşte gönüllülük bu olsa gerek. Adamın içinden geliyor. Günümüz toplumunda akil insan, sözü sohbeti dinlenir, danışılacak insan kalmadı. Böyle bir boşlukta debelenirken işte Mahmut Uyar abimiz bizim gönüllerimizi fethetti ve fethetmeye de davam ediyor. Kendinden Allah razı olsun ve başımızdan eksik etmesin. Sayılarını, dinleyenlerini çoğaltsın inşallah.
Kendisiyle kaç sohbetimiz geçti bize söylemedi. Meğer Mahmut Uyar abi, Gönen’li Mehmet Efendi Vakfının’da başkanıymış.
Kendisine seni Gönen Sohbetlerine konuk edeceğim dedim. Tamam dedi, ama yalnızca Kız Kuran Kursundan, vakfın hizmetlerinden ve Mehmet Efendi’den bahsedelim dedi. Benim adımı dahi zikretmeyelim diye tembihledi. Ama ne yapalım ki, biz bu köşede kişilerle sohbet ediyoruz. Olayları, konuları, hizmetleri insanlarla ele alıyoruz. Bu yüzden okuyucularımız Gönenli Mehmet Efendi Vakfının hizmetleri kadar, bu hizmetleri organize eden kişileri de bilmek, tanımak ister.
Mahmut Uyar Kimdir.
2007 yılından beri vakfın başkanlığını yapan Mahmut Uyar, Gönen İmam Hatip Lisesinin kurucularından ve Çarşı Camii İmam Hatiplerinden merhum Abdullah Uyar hocanın kardeşi oluyor.
Gönen’li Mehmet Efendinin ilk görev yeri de bilindiği üzere Çarşı Camii. Mehmet Efendiyle Abdullah Uyar hoca birbirini çok yakından tanıyan iki dost ve meslektaş. Mahmut Uyar’da, Mehmet Efendinin bulunduğu ortamlarda bulunan ve onu yakinen gören, tanıyan ve hayranı olan bir isim. Mehmet Efendi Vakfının başkanı olması çok isabetli bir karar olmuş.
A.Kadir Demircan:Mahmut abi, sohbetimize geçmeden evvel sizi tanıyabilirmiyiz.
Mahmut Uyar: Tabiî ki. 1954 Gönen Alaşar köyü doğumluyum. 1973 de Balıkesir İmam Hatip Lisesini bitirdim. Sümerbanktan emekliyim ve kendi işyerimde ticaretle uğraşıyorum.
A.Kadir Demircan: Mahmut abi, vakıf ne zaman kuruldu, vakfın başkanlığını ne zaman devraldınız. Yönetim kurulu kimlerden oluşuyor?
Mahmut Uyar:Vakıf 1997 yılında kuruldu. Merkezi Gönen’dir. Başka yerde şubesi yoktur. Tabiî ki İstanbulda da hocamızla ilgili kuruluşlar var. Ben zaten vakfın yönetimdeydim, 2007 yılında görevi devraldık. Yönetim kurulunda Muhittin Ata, Mehmet Moğul, Yunus Çevik, İbrahim Balcı, Ekrem Boz ve İsmail Evyapan arkadaşlarım da var.
A.Kadir Demircan: Vakıf olarak uygulamakta olduğunuz başlıca hizmet ve faaliyetleriniz neler.?
Mahmut Uyar: En önem verdiğimiz faaliyetimiz 2002 yılında açılan yatılı kız kuran kursu çalışmalarıdır. 100 yatak kapasiteli olup ve halen eğitim gören 100 yatılı,100 de gündüzlü - evine gelip giden 200 öğrencisi bulunan Yatılı Kız Kuran Kursumuz bölgede önemli bir konuma sahiptir. Tabiî ki Diyanet İşleri Başkanlığına yani Gönen Müftülüğüne bağlı bir kuruluştur. En büyük hizmet insana, eğitime ve tabiî ki Kur’ana yapılan hizmettir. Ülkemizin her yerinden öğrenci almaktayız. Yani Mehmet efendinin yolundan giden bir vakıfız.. En büyük hedefimiz Mehmet efendiyi yaşamak, yaşanmasına katkıda bulunmak. Öğrenci ve insan yetiştiriyoruz.
Üç devre halinde eğitim yapıyoruz. Birinci devre Ekimde başlıyor, talep çok olduğu için de yaz aylarında birer aylık iki devre eğitim daha yapıyoruz. Öğrenciler ağırlıklı olarak Gönen ve çevresinden geliyorlar. Türkiye’nin neresinden olursa olsun başımızın tacıdırlar.
A.Kadir Demircan: Öğrencilerin yeme içme barınma ve eğitim masraflarını kim karşılıyor?
Mahmut Uyar: Tamamı vakfımızca karşılanıyor. Öğrencilerden hiçbir kuruş alınmıyor.
A.Kadir Demircan:Peki vakfa bağış yapanlar oluyor mu. Bu yüklü masrafları nereden karşılıyorsunuz.?
Mahmut Uyar: Tabiî ki. Hayırseverler çok. Dört yerden gelirimiz oluyor. Bunlar hafta sonlarında külliyede düğün yemeği pişiriliyor, ramazanlarda iftar veriliyor oradan gelir elde ediliyor. Nisan aylarında bayanlarımız tarafından kermesler düzenleniyor, hanım kardeşlerimizin fedakârlıkları çok güzel, onlar olmasa bu hizmetler yürümez. Cuma günleri camilerden yardım toplanıyor. Yiyecek ve içeceğe zaten hiç para vermiyoruz. Çünkü zekâttan düşüldüğü için, halkımız verip zekâtını ödemiş oluyor.
A.Kadir Demircan: Sanırım bir de hafızlık eğitimi veriyorsunuz. Yaş sınırı varmı?
Mahmut Uyar: Tabiî ki, şu anda 15 tane hafızlık eğitimi yapan talebemiz var. Bir de bizim İmam hatibi dışarıdan bitiren öğrencilerimiz var. Ortaokulu yani ilköğretim okulunu bitiren öğrenciler alınıyor. Aileler öğrencileri bize gönül huzuru içinde gönderebilirler. Öğretmenlerimizin hepsi bayan. Disiplin, nizam ve güvenliğimiz dahi var, her şeyimiz var.
A.Kadir Demircan: Hangi dersler veriliyor ve sosyal faaliyetler yapıyor musunuz?
Mahmut Uyar: Kuran eğitimi, fıkıh, tefsir, siyer dersleri veriyoruz.Tabiî ki derslerin dışında belli zamanlarda, önemli gün ve konularda halka açık düzenli olarak çeşitli sosyal ve kültürel faaliyetler de yapıyoruz.
A.Kadir Demircan:Mehmet efendiyle hiç tanıştınız mı.?
Mahmut Uyar: Bir sohbetinde yanında oldum, ama o beni tanımaz. Rahmetli ağabeyim Abdullah Uyar hocanın çok samimi dostudur kendisi.
A.Kadir Demircan: Hocanın hayatını anlatan bir film, belgesel var mı. Böyle bir şey düşündünüz mü;?
Mahmut Uyar: Sanmıyorum, yok. Böyle bir şey aklımıza gelmedi ama olabilir aslında.
A.Kadir Demircan:Bundan sonra neler yapacaksınız.
Mahmut Uyar:Vakıf’ta, vakıf adına, hocanın hayatıyla ilgili Büyük konferanslar düzenlemek istiyoruz..
A.Kadir Demircan: İletişim bilgileriniz nasıl.
Mahmut Uyar: Külliyemiz Gönen’de, Kurtuluş mahallesinde caminin hemen yakınındadır. Vakıf telefonumuz da 7620893, cep telefonum 0538 7600774 dür. Günün her saatinde, herkese telefonumuz, kapılarımız, kalbimiz ve gönüllerimiz açıktır.
A.Kadir Demircan: Son olarak neler söylemek istersiniz.?
Mahmut Uyar: Mehmet efendiyi tanıyalım, yaşayalım ve yaşatalım diyorum. Hizmeti ve emeği geçen, bize güvenen ve destek olan herkese teşekkür ediyorum.
A.Kadir Demircan: Ben de teşekkür ederim Mahmut ağabey. Bize zaman ayırdınız, bisikletinize binip bu camiye kadar geldiniz. Sizden Allah razı olsun. Görevinizde başarılar dilerim.
Sinek, Saz, Toz ve İhmal Kenti …. Denizkent
Köy Değil, Şehir Değil, Mahalle Değil, Belde Değil Peki Burası Ne?
Adı olan fakat hükmü ve statüsü olmayan yerleşim yeri… Denizkent veya Pınarkent
Havası, suyu, doğası güzel ama hizmeti güzel değil. Yıkılmış ama yenisi yapılamamış. Gideceksiniz ama kalamayacaksınız. Soracaksınız ama bulamayacaksınız. Akdeniz’in incisi derler ya, işte buraya da Marma’ranın incisi diyebilirsiniz.
Anlatırlar hep 40-50 yıl önceden beri Denizkent varmış. Zamanın zenginleri tatillerini burada geçirirlermiş. Antalya Bodrum, Kuşadası yokken Denizkent varmış.
Şimdi Kuşadası var, ama Denizkent ne var ne yok. İhmaller çok. Denizkent ile ilgili bir site, bir tanıtım filmi, slaytı bile yok. Kimse yapmamış, düşünmemiş, gerek görmemiş. İhmaller birbirini kovalamış durmuş Düşünsenize, Denizkent sahi sizce ne. Mahalle mi acaba, köy mü yoksa. Veya şehir mi, yoksa beldemi. Nüfusu kaç, kaç kişi yaşıyor. Sorunları neler. Mahalle ise muhtarı kim, muhtarlığı nerede. Şehir veya beldeyse belediye başkanı kim. Şayet siteyse site başkanı kim ne iş yaparlar. Velhasıl kelam karmakarış bir yer. Kafam karıştı.
İnternette Denizkent diye yazdım, 5 sene önce amatörce, alel acele çekip internete yüklediğim tanıtım videosu çıktı. Yahu buranın belediyesi, yöneticisi, muhtarı, sakini, derneği, kooperatifi yok mu. Hangi belediye burayla ilgileniyor.
Hiçbir ilgi yok Denizkent ile ilgili. Çok yazık benim memleketime. Denizkent’i anlatmak, tanıtmak, reklâmını yapmak, herkesle paylaşmak, memleketimde böyle bir yerin olmasıyla gurur duymak isterim. Ama nerede böyle bir şey. Ne diyeyim Denizkent ile ilgili, ne a anlatayım. Yaz günleri geldiğinde sürekli arayıp bize bilgi soruyorlar. Kalacak yer var mı diye. Otel, pansiyon, kiralık ev, sosyal tesis soruyorlar. Ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Ne diyeyim, önceden vardı, belediye daha iyisini yapacağız diye altı sene önce yıktı ve altı senedir yenisini yapamadı. Yapamayacaksanız niye yıkarsınız bir türlü anlamış değilim. Yıkmak kolay, yapmak zor.
Denzikent’e bu araştırmayı yapmak için inanın üç gün, gece ve gündüz gidip geldim. Denizkent’te evim, villam ve kulübem de yok. Gariban insanlar gibi arabamla gidip, arabanın kuytusunda soyunup giyinen birisiyim. Şahsi olarak hiçbir menfaatim de yok. Ama Müslüman olarak ilçeme, memleketime, insanıma, içinde yaşadığım topluma karşı sorumluluk duygum var.
Bu yüzden kapsamlı bir araştırma ve rapor hazırlamak üzere, belki bir iyiliğim dokunur düşüncesiyle hiç üşenmeden gidip araştırdım.
Herkesle konuştum. Neler söylediler neler. Orada kalanlar öyle dertli ki sormayın. Ali Dökmen ağabeyle gündüz gittik. İkindi namazına girdik. Namazdan sonra cemaatle hasbıhal ettik. Onlara dedim, ben araştırmacıyım, Denizkentin sorunlarını masaya yatıracağım, nedir istekleriniz dertleriniz dedim. Cemaatten, Denizkent sakinleri başladılar anlatmaya. Hizmet yok, yalnızız. Sosyal tesis yok, toz çok, sinek çok, gelen giden, sahip çıkan, sorunlarımızla ilgilenen yok… Diye saymaya başladılar. Kimi vatandaşlar da yahu Denzikenti kötülemeyelim, iyi diyelim de insanlar buraya gelsinler, yatırım yapsınlar. Belediyeyi kötülemeyelim, hizmetleri var, adam ne yapsın, 700-800 kişinin yaşadığı yere dünyanın hizmetini yaptı. Her gün dozerler, kepçeler, ekipler burada adam daha ne yapsın diye kendi aralarımda hararetli tartışmaya başladılar. Tartışma büyüyünce içinden çıkamadılar ve dağılıp gittiler.
Adamın biri kolumdan tutup söylüyor, bu söylediklerimi yaz kardeşim, sesimizi duyur diyor. Tamam, yazayım diyorum, yazıyorum, isminiz neydi diyorum, hemen kıvırıyor. Boş ver ismimi diye. İşte ben de bunlara gıcık oluyorum. Adam adam konuşuyor, her şeyi sayıp döküyor, niye yazmıyorsunuz bunları diyor bizi fırçalıyor, sonrada çark ediyor. Niyeymiş, ismi çıkarsa belediye ile kötü olurmuş, işini görmezmiş. İsteklerini bana söyletecek. Kendisi çekip gidiyor söylemiyor. Sorunlarını söylersen, ismini belirtirsen ne yapacak belediye seni. İsrail gibi, buldozerlerle gelip evini mi yıkacak. Dürüst adam Allahtan başka kimseden korkmaz. İşte sorunlarımız bu şekilde çözümsüzleşiyor. Karnımızdan ve arkadan konuşuyoruz. Ben karnımdan konuşmam, her şeyi açık seçip yazar çizerim, Allahtan başka da hiçbir güçten korkmam çekinmem dedim. İşte söylüyorum buradan açık açık. Denizkent tam bir ihmallerin kenti olmuş. Gönen belediyesi buradaki sosyal tesisleri yıkmış yerine yenisini de bir türlü yapamamış. Yakın zamanda yapacak gibi bir pozisyon da göremedim. Sadece tozlu yolda elektrik direkleri dikilmiş, gece onlar iyi yanıyor. Toz yolda şöyle bir deniz turu atabilirsiniz. Tabiî ki yoldan hızla bir araba geçmez ise. Yıkanmış arabamla gittim, toz duman içinde geri döndüm.
Belediye tam altı yıl boyunca, tam altı defa Denizkentte üst üste sınıfta kalmış diyebilirim. Sarıköy belediyesi için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Hiçbir çalışma yok. Varmış gibi bir görüntü var, ama yok. Ben göremedim. Özellikle Pınarkentte, denizin kenarında, moloz yığınlarını görünce inanın çok üzüldüm. Bu yazıyı kaleme alırken Ankara’dan bir dostum aradı, Erdek de kalacak pansiyon ve otel bulamadık, Denizkent’te bir yer ayarlarmısın dedi. Maalesef dedim. Otel de, pansiyon da, kulübe de yok dedim.
Yazık değilmi, insan hizmet alamıyor. Orada oteller, pansiyonlar, sosyal tesisler olsa, yaz sezonunda 30.000 kişi gelse, her biri 10’nar gün kalsa, kişi başına 100’er TL Denizkent’e kalsa, 3 trilyon para kalır. Gönen’den en az 500 kişi iş bulmuş olur. Gönen esnafı canlanır.
Düşünebiliyor musunuz, şu anda Denizkent’de alım, satım durmuş vaziyette. Satılık çok, soran yok. Birçok bina yarım ve yıkıntı vaziyette. İnsanlar sanki ümitlerini kesmişler, sanki harcama ve yatırım yapmak istemiyorlar. Bir arsa aramaya gittik, sazların, otların arasında inanın bulamadık. Evlerinde kalanlarla konuştuk dertli ve ümitsiz.
Sosyal tesis yok, olanlar da ise alkol verildiği için herkes girmiyor. Alternatif sosyal mekânlar ve tesisler olmalı.
Denizkent dosyamızı gördüğünüz gibi, masa başında hazırlamadık. Denzikent’te yaptığımız çalışmalara ilave olarak, Gönen’de de bilgi ve fikirlerine başvurduğumuz kişiler oldu. Öncelikli olarak, Denizkentin bağlı bulunduğu muhtarlık olan Altay mahallesi muhtarlığına bilgi ve gürüş almak üzere gittik. Muhtarlık kapalıydı, kapısında cep ve ev telefonları vardı.
Aradık iki telefonu da açan olmadı. Yani koskocaman turizm kentinin başındaki kişiye, turizm sezonunda maalesef ulaşamadık.
Gönen Belediyesinden elde ettiğimiz bilgilere göre, 456 konut var, devamlı ikamet eden sayısı belli değil. Belediyenin veya Altay Mahallesi muhtarlığının Denzikent’te bir temsilciliği, bürosu, görevlisi yok. Sarıköy belediyesinden elde ettiğimiz verilere göre de, Pınarkentin 55-60 konutu, 150-200 arası nüfusu var. Sarıköy Belediyesinin bir temsilciliği, bürosu yok.
Denizkent İçin Yapılması Gerekenler
Sonuç Olarak Denizkent Nasıl Çözüme Kavuşur dersek, çıkardığımız sonuca ve vardığımız göre, görüşlerimiz ve tespitlerimizi bir rapor halinde arz edelim.
1.İlk öncelik olarak Denizkent önce bir statüye kavuşturulmalı.
Yani burası köy mü, şehir mi, beldemi, mezramı, özel mülk mü beşli değil. Denizkent Gönen’in bir mahallesi olan Altay mahallesine bağlıymış. Hiç anlamış değilim. Altay Mahallesi nerede, Denizkent nerede. Arasında 25 KM mesafe var. Vatandaşlar ikamet ilmühaberi almak için Gönen’e, Altay mahallesi muhtarlığına gelecekler. Bazı vatandaşlar da Kınalar köyü muhtarına gidiyorlarmış ikamet için. Anlaşılır gibi değil. Anlayan varsa anlatsın.
Burası öncelikle Pınarkent ve Denizkent olarak birleşmeli, belediyeler ortak anlaşma yaparak buradan çekilmeli. İkamet eden nüfus belirlenmeli, nüfus sayısı belde kurmaya yetiyorsa belde kurulmalı ve belediye başkanlığı oluşturulmalı. Belde kurmaya yetmiyorsa, köy statüsüne alınmalı ve muhtarlık oluşturulmalı.
Şu anda koskocaman Denizkent’in başında yönetecek bir yetkili yok. Gönen’den veya Sarıköy’den, arada sırada buralara uğrayarak buralar kesinlikle yönetilemiyor. Bu artık ispatlanmıştır. Denemeye ve direnmeye gerek yok. Çözüm olmadığı 40 yıldır görülmüştür.
Denzikentin başında, içinde, tozlu yollarında, caddelerinde, kıyısında, çamurlu yolunda her gün, her saat dolaşacak tek elden yetkiliye, yöneticiye, muhtara veya başkana ihtiyaç var.
Sorunların acil çözümü ve profesyonel yönetim için dernek veya işletme kooparratifi de kurulabilir diyenlerde var ama bu da çözüm olamaz diye düşünüyoruz.
2.Mekân sahipleri sorunlarına sahip çıkmalı ve yönetime aktif olarak katılmalı, taşın altına elini koymalı.
Şu anda herkes sorunların çözümünü belediyeden, devletten ve başkalarından beklemektedir. Evinin önünü dahi süpürmeyenlerin, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesindekilerin, her şeyi başkalarından bekleyenlerin çoğunlukta olduğu bir yerde sorunlar bitmez.
Nitekim Denizkentin bazı yerlerinde site yönetimlerinin başarılı çalışmaları göze çarpmaktadır. Başarılı çalışması olan yerler gerçekten Denizkentin etkin olarak tanıtımına büyük faydalar sağlamaktadır. Ancak onlarda bu durumdan, yani sorunlu olan yerlerin varlığından tedirginlik duymaktadırlar.
3.Sosyal Mekânlar Çoğaltılmalı
Önceki yıllarda 74 odası, yüzme havuzu, kafeteryası ve lokantası ile orta gelirli ve günlükçü vatandaşların kısa süreli tatil yapmasına imkân sağlayan Gönen Belediye Tesislerinin yıkılması ile Denizkent adeta “Denizköy”e dönmüştür diyebiliriz. Bu mekânlar süratle, daha fazlası ve modern şekilde inşa edilmelidir.
Sarıköy Belediyesi Pınarkent tesislerine ait kümbetler de bir an önce değiştirilmeli ve çağın gereklerine uygun yeni mekânlar tesis edilmelidir.
4.Yatırımcılar Teşvik Edilmeli
Bu bölgede otel ve pansiyon işletmesi yapacak kişi ve kurumlara öncülük edilmeli, her türlü katkı ve destek verilmelidir. Sarıköy belediyesinin bu konudaki girişimleri çok olumludur, sonuç alınması için çalışmalar hızlandırılmalıdır.
Mevcut konutların otel ve pansiyon işletmeciliğine dönüştürülmesi sağlamalıdır.
5. Tanıtım ve reklâm.
Denizkentin ne bir internet sitesi ne de bir emlakçısı yoktur. Bir kitapçık, broşür dahi hazırlanmamıştır.
Çok kısa sürede internet sitesi, tanıtım broşürü, tanıtım filmi, yazılı ve görüntülü yayınlar yapılmalıdır. TV programlarıyla tanıtım hamlesi desteklenmelidir.
6.Çevre Düzenlemesi
Kentin büyük bir bölümü sazlık, otluk ve bataklık içerisindedir. Yerleşim yerinin yakınlarına çeltik ekimi yapılmaktadır. Çeltik alanları bataklık ve sivrisinek faktörlerini tetiklemektedir. Akşamları, sivrisinekten bir saniye dahi durmak imkânsızdır. Çeltik alanlarına alternatif tarım projeleri uygulanmalıdır. Boş arsalar ve tarlalar hobi bahçeleri ve tarımsal çalışmalar için değerlendirilmeli, bu alanda alternatif projeler üretilmelidir.
Çünkü birçok arsa ot ve saz yığınları altında kalmıştır. Buralar ailelere ücretsiz olarak bahçe ve tarım amaçlı verilirse, bakımı ve çevre düzeni sağlanmış olur.
7.Sağlık açısından tanıtım ve teşvikler yapılmalı
Gönen -Denizkent, 1960 yılında Türkiye’ nin Turizm Bakanlığın’ dan onaylı ilk ve tek projelendirilerek imar edilmiş yazlık tatil beldesidir.
Ülkemizde Bodrum’ da dahil olmak üzere tüm tatil beldeleri köyden bozmadır. Denizkent ise diğerlerinden farklı olarak, plansız programsız bir yazlık beldesi olarak değil önce kâğıt üzerine projesi çizilip daha sonra bu projeye uygun olarak sıfırdan kurulmuş bir kenttir.
Hava sikilasyonunun ve oksijen oranının çok yüksek olduğu herkesçe bilinmektedir. Hatta Türkiye’nin en sağlıklı kenti olarak da tescillenmiştir.
Zamanla buraya bir astım hastanesi yapımı dahi düşünülmüş, yoğun prosedürle karşılaşan yatırımcı vazgeçip gitmiştir.
Kent sakinlerinden biri, astım hastası olduğunu, başka yerdeyken devamlı ilaç kullanarak yaşayabildiğini, Denzikent’e yerleştiğinde ise tamamen ilaç kullanmayı bıraktığını, cami önünde bize anlatma ihtiyacı duymuştur.
Bu tespit de sağlık turizmi açısından ne derece büyük bir öneme sahip olduğunun en büyük ispatıdır.
Denizkent, 1970′ li 80’ li yıllarda Türkiye’ de çok popüler olan bir cazibe merkeziydi. İlk ve tek Türk kadın pilotu ve Atatürk’ ün manevi kızı olan Sabiha Gökçen, Devlet Sanatçısı Ayhan Baran, 1961 Anayasası’nı hazırlayan ve o anayasanın sözcüsü Prof. Dr Muammer Aksoy’ da dahil olmak üzere daha bir çok ünlü kişinin Denizkent’te yazlıkları varmış.
Not: Bu raporu hazırladıktan sonra orada yaşayan ve sorunları bilen arkadaşlara okuttuk ve tam not aldık. Çalışma raporunu mükemmel buldular ve aynen yayınlansın dediler. Biz de noktası ve virgülüne dokunmadan aynen yayınladık. Halkımıza hayırlı olması dileğiyle. Daha güzel bir deniz sahili görmek ümidi ve duasıyla.
Tabiî ki bizde sadece rapor hazırlamakla kalmayalım, bir nebze olsun tanıtıma katkımız olsun düşüncesiyle; Denizkent Tanıtım Videosu hazırladık ve yayına koyduk. Merak edenler internetten Google arama motoruna girip “Gönen
Denizkent” yazdığında görebilir. Yine birde www.gonendenizkent.tr.gg isimli internet sitesini yaptık ve yayınladık. Sitemizi de görebilirsiniz.
Bu rapor GönTAM adına ve GönTAM yönetimince hazırlanmıştır. Kamuoyuna Arz olunur...
Gönen Sohbetlerinde Haftaya:
Gönenli Mehmet Efendi Vakfı başkanı Mahmut Uyar konuğumuz. Sakın kaçırmayın..
Gönen Heyecansız ve Sanki Sahipsiz